Hemen Oku

İyi Fikirler Nereden Gelir

1
İYİ FİKİRLER NEREDEN GELİR
İnnovasyonun Doğal Öyküsü
Giriş
Kent, Mercan resifi ve Web
Darwin’in Paradoksu
 4 Nisan 1836. Darwin Hint okyanusu açıklarındaki Keeling adalarının
atollerinde kıyıda durmuş, mercan resiflerini seyrediyor. Kıyı denizin dibine
doğru inen bir dağın zirvesi gibi. Darwin bu zirveyi inşa eden kuvvetler
hakkında bir fikrin eşiğinde. Bu fikir ilerde mesleğinin ilk büyük keşfini
oluşturacak. O anda ve sonraki günlerde, haftalarda kafasını meşgul edecek
olan bir başka mesele de şu: parçalanmış mercan kayalıklarının meydana
getirdiği bembeyaz kumlarla kaplı adanın yüzeyinde sadece birkaç Hindistan
cevizi ağacı, yosun ve otlar varken, havada ola ola bir kaç kuş uçarken, resifin
çevresindeki deniz nasıl oluyor da sonsuz çeşit ve sayıda canlıyla kaynıyor?
Oysa okyanusun başka yerlerinde doğru dürüst varlık bile yok. Darwin’in
sözcükleriyle “Okyanusun ortasında bir mercan adasının eko sistemiyle
karşılaşmak, tıpkı çölün ortasında bir vahaya rastlamak gibi”. Biz bu olguyu
şimdi “ Darwin’in Paradoksu” olarak adlandırıyoruz.
Mercan resifleri dünya yüzeyinin yalnızca binde birini kapladığı halde, bilinen
deniz canlılarının kabaca dörtte biri buraları mesken tutar.
Beagle gemisinin 5 yıllık yolculuğunu onaylayan amirallik kararnamesinde ana
talimatlardan biri, atol formasyonunun araştırılması. Resifin çevresindeki deniz
ölçülemeyecek kadar derin. Atollerin denize batan veya denizden yükselen
volkanların tepesi olduğuna dair teoriler Darwin’e yeterince açıklayıcı gelmiyor.
Gerçeğe ulaşması daha uzun yıllar alacak.
Süperlineer Kent
Bilim insanları ve hayvan severler çoktandır canlıların cüsseleri büyüdükçe
kalplerinin yavaşladığının farkındaydılar. Sineklerin ömrü saatler ve günlerle
ölçülürken filler yarım yüzyıl yaşar. Kuşların ve küçük memelilerin kalbi
zürafalara veya balinalara göre çok daha hızlı atar. Ancak büyüklükle hız 
2
arasındaki ilişki doğrusal gibi görünmüyordu. Bir At bir tavşandan 500 kat ağır
olabiliyordu fakat nabzı tavşandan 500 kat daha yavaşı atmıyordu.
İsviçre kökenli Amerikalı tarım bilimcisi Max Kleiber, Davis’deki laboratuarında
yürüttüğü sayısız ölçümden sonra bu orantının “eksi 1/4 üncü kuvvete
küçülme” adını verdiği matematiksel formüle sıkı sıkıya uyduğunu keşfetti.
Sonuçlar logaritmik skalaya uygulandığında farelerden, güvercinlerden
boğalara, fillere kadar kusursuz bir düz çizgi veriyordu.
Buluş, metabolizmanın kütleye oranının eksi ¼ üncü kuvvete (kare kökün, kare
kökü) göre değiştiğini ifade ediyordu. Bu şu demektir: örneğin bir inek, bir
ağaçkakanın 1000 katı ağırlığında. Binin kare kökü 31. Bunun da kare kökü 5.5,
bu da bir ineğin bir ağaçkakana göre 5.5 kat daha uzun ömürlü olduğunu,
nabzının da 5.5 kat daha yavaş attığını gösterir. ( bütün rakamlar yaklaşıktır)
İlerleyen yıllarda Kleiber’in formülünün bakteriler, hücre, hatta bitkiler için
geçerli olduğu kanıtlandı. Kleiber yasası şunu göstermektedir: Hangi tür olursa
olsun bütün canlıların kalp atışı sayısı yaklaşık aynıdır. Büyük hayvanlar sadece
kotalarını daha uzun sürede tüketmektedir.
Birkaç yıl önce teorik fizikçi Geoffrey West, Kleiber yasasının en büyük yaratık
olan insan yapımı kentler için de geçerli olup olmadığını araştırmaya koyuldu.
Bir araya getirdiği uluslar arası araştırmacılar grubu dünya üzerinde düzinelerle
kent için suç oranından elektrik tüketimine, yeni patentlerden akaryakıt
satışlarına kadar her türlü bilgiyi topladı. Nihayet rakamlar incelendiğinde West
ve grubu, Kleiber denkleminin kent yaşamının ana ögelerinden olan enerji ve
ulaşım artışında bire bir geçerli olduğunu sevinçle gördüler. Yolların yüzey alanı,
elektrik kablolarını uzunluğu, benzin istasyonları ve satışları hep bu denkleme
uyuyordu. Asıl şaşırtıcı olan, Kentsel istatistiklerde yaratıcılığa ve innovasyona
ilişkin her veri de (patent sayısı, Ar-Ge bütçesi, super yaratıcı meslekler,
mucitler) Kleiber yasasına uyuyordu ama ters yönden; yani bir kent bir
diğerinden 10 kat daha büyük ise 10 kat değil, 17 kat daha innovatifti. Bir
kasabadan 50 kat daha büyük bir metrepol 130 kat daha innovatifti. West
modeline “ Superlineer değişim” diyoruz. Yaratıcılık logaritmik bir doğru
üzerinde arttığından büyük kentlerde patent ve icatların sayısı da artar. Fakat
kişi başına düşen sayı sabit kalır. Bütün gürültüsüne, kalabalığına, dikkat 
3
dağıtan unsurlarına rağmen büyük kent ortamı acaba neden sakinlerini kasaba
sakinlerine göre çok daha yaratıcı kılıyor?
10 / 10 Kuralı
İlk ulusal renkli TV yayını, 1 Ocak 1954’te NBC’nin 1 saatlik Güller Geçidi
programını yayınlamasıyla başladı. Ancak prime time programlarının renkli
yayını 60’ların sonunu buldu. On yıllar boyunca da görüntüde bir değişiklik
olmadı.
1980’lerin ortalarında önde gelen medya, teknoloji ve siyaset mensupları bir
araya gelerek artık izleyiciye daha iyi görüntü sunmanın zamanı geldiğine karar
verdiler. Nihayet 1996 da CBS ilk kez HDTV sinyalini kamuya yayınladı. Fakat
diğer medya kuruluşlarının katılımı 1999’u, Analog standartın terk edilmesi
2009’u buldu.
“Teknolojik ivme” çağında yaşadığımız bir gerçek ve bu ivme hem durmaksızın
yeni ürünlerin piyasaya çıkışı, hem de bizim onları seve seve satın almamız
şeklinde tezahür ediyor.
Fakat renkli TV ile HDTV’nin serüveni hiç de öyle görünmüyor. Acaba neden her
ikisinin de ilk yayından kitlelere ulaşması 10 yılı aştı?
Aslında 20.yüzyıla bütünüyle bakarsanız, en önemli kitlesel gelişmelerin aynı
sosyal innovasyon hızına tabi olduğunu görürsünüz. 10/10 kuralı dediğimiz bu
kurala göre yeni bir platformun inşası 10 yıl, bunun kitlelere yayılması bir 10 yıl
daha sürmüştür. FM yayın ,Video kayıt cihazı, DVD oynatıcı, cep telefonları,
kişisel bilgisayarlar, GPS cihazlarının hepsinin innovasyondan kitlelere yayılması
aynı çerçevede gerçekleşti. Ancak günümüzün en önemli platformlarından You
toube’un kavramdan uygulamaya geçmesi sadece 2 yıl sürdü. Chad Harley,
Steve Chen ve Cavit Kerim 10/10 kuralını alıp 1/1’e indirgediler.
Bazıları bunun TV gibi bir donanım değil, yalnızca bir yazılım olduğunu iddia
edecektir. Fakat Web 1990’ların ortalarında yaygınlaşıncaya kadar yazılım da
innovasyonun 10/10 kuralına uyuyordu. 10/10 kuralının 1/1 e inmesi Web
sayesinde gerçekleşmiştir.
Bu kitap innovasyon ortamı hakkındadır. Bazı ortamlar yeni fikirleri boğar,
bazıları da bir çaba göstermeden besler. Web ve kentler innovasyon 
4
makineleridir. Her ikisi de yeni fikirlerin yaratılması, yayılması ve benimsenmesi
için uygun ortamlardır. İkisi de kusursuz değildir (büyük kentlerdeki suç oranını
ve istenmeyen e-postaları bir düşünün) fakat innovasyon geçmişlerindeki başarı
yadsınamaz. İyi fikirlerin nerden geldiğini öğrenmek istiyorsak onları bir
çerçeveye yerleştirmemiz gerek. Darwin’ce düşünün! Dünyayı değiştiren fikri
kafasında doğdu fakat buna ulaşmak için bu gemi, adalar topluluğu, bir
kütüphane ve mercan kayalığından yararlandı. Bu kitabın savı da, olağanüstü
verimli ortamlarda bazı ortak özellikler ve kalıpların tekrar tekrar karşımıza
çıktığıdır. Bunları ben 7 başlıkta topladım. Çalışma alışkanlıklarımızda, ofis
ortamlarında ve yeni yazılım araçlarında bu özellik ve kalıpları ne kadar
benimsersek o kadar yaratıcı olabiliriz.
I
BİTİŞİKTEKİ AÇILIM
1870 de bir gün, erken doğan çocukların ölümüne üzülen Parisli jinekolog
Stephane Tarnier hayvanat bahçesini gezerken civcivlerin kuluçka makinelerini
gördü. Erken doğumlarda büyük sorunun ısı kaybı olduğunu bilen doktor,
kuluçka makinesinden ilham alarak çok benzerini bebekler için yaptırdı. Bu ilkel
küvezler hastanelere yerleştirildikten sonra erken doğum ölümleri hızla düştü.
Daha sonra da modernleştirilerek dünyaya yayıldı.
Küvezler, tıpta yapılan en büyük buluştur zira hayatın daha başlamadan bitmesi
ya da devam etmesi demektir. O yüzden gelişmiş ülkelerde yaygın biçimde
kullanılır. Ancak az gelişmiş ülkelerde durum farklıdır. Çok pahalı ve çok
karmaşık cihazlar olan modern küvezlerin onlar için hem satın alınması zor, hem
de bir yerden bağışlansa bile kullanımı, bozulduğunda tamiri neredeyse
imkansızdır. 2008 de Endonezya’nın Meulabah kentindeki bir hastaneyi ziyaret
eden MIT profösörü Prestoro, 2004 Hint Okyanusu tsunamisinde hastaneye
bağışlanan 8 küvezin İngilizce kullanım talimatına okuyamayan personel
tarafından bir kenara atıldığını görmüştü. Prestora ve bu konuda ne
yapılabileceğine kafa yoran doktor Rosen’in aklına bir fikir geldi.
Bu ülkelerdeki araba tamircileri her model ve yaşta arabaların bakımını yapıyor,
arızasını gideriyorlardı. Böylece, bol miktarda bulunan araba parçalarından,
bakımı ve çalıştırılması son derece kolay Neo Nurture küvezi yapıldı. 
5
İyi fikirler, Neo-Nurture cihazı gibidir. Kaçınılmaz biçimde, etrafta bulunan
parçalar ve becerilerle sınırlıdır. Fark yaratan innovasyonları biz hep, eski
fikirleri ve etraftakileri dikkate almayan, aniden doğmuş yeni fikirler olarak
hayal ederiz. Oysa fikirler brikolaj eseridir: Mevcut ıvır zıvırların, parçaların
üzerine inşa edilir.
Nairobi ‘de, Delhi’de insanlar eskimiş oto lastiklerinden ayaklarına sandal yapıp
giyerler. Doğa’nın gerçekleştirdiği innovasyonlar da bu şekilde yedek parçalara
dayanır. Evrim, mevcut kaynakları alır, evirip çevirip onlara yeni kullanım
alanları yaratmak suretiyle ilerler. “Lastikten sandala” ilkesi her boyutta ve
zamanda geçerlidir.
Bu süreci hayatın ilk innovasyonunda da görüyoruz. Bu konuda çeşitli teoriler
olsa da prebiyotik kimya bilimi sayesinde hayat başlamadan önce atmosferin
nasıl olduğunu kesin biliyoruz. Cansız dünya, bir avuç temel molekülle doluydu;
amonyak, metan, su, karbon dioksit, bazı amino asitler ve basit organik
bileşikler. Bu başlangıç çorbasındaki moleküllerin her biri, diğer moleküllerle
birleşip yeni şekiller alacak kabiliyetteydi.
Ancak bunlardan, hayatın yapı taşları olan proteinler, şekerler meydana gelse
de bir sivrisinek, bir ayçiçeği, bir beyin hücresi meydana gelemezdi. Zira bunlar
daha milyarlarca yıl sürecek olan bir dizi innovasyon sonunda hayata geçecekti.
Bilim adamı Stuart Kaufman, bu birinci düzey kombinasyon diziler için
“bitişikteki açılım” terimini kullanıyor.
Terim, değişim ve innovasyonun hem sınırlarını hem de yaratıcı potansiyelini
ifade ediyor. Prebiyotik kimyada bitişikteki açılım, başlangıç aşamasında
doğrudan ortaya çıkabilecek moleküler reaksiyonları tanımlar. Dolayısıyla ilk
aşamada Ayçiçekleri ve sivrisinekler bu çemberin dışındadır.
Bitişikteki Açılım, adeta geleceğin bir gölgesidir: mevcut durumun sonunda,
geleceğin neler doğurabileceğinin haritasıdır. Bu alan bomboş ve sınırsız
değildir. İlk düzey reaksiyon olasılıklarının sayısı muazzamdır fakat sonsuz
değildir. Dünya, olağanüstü değişim kabiliyetine sahiptir fakat bu değişimlerin
yalnızca bir kısmı gerçekleşebilir.
Bitişikteki Açılım’ın ilginç ve güzel tarafı, her sınıra ulaştıkça, yeni açılımlar ve
onların yeni sınırlarının ortaya çıkmasıdır. Öyle bir sihirli ev düşünün ki her 
6
kapıyı açtığınızda ev daha genişlesin. Dört kapılı bir odadan başlayın. Her kapı,
henüz girmediğiniz başka bir odaya açılsın. Bu dört oda Bitişikteki Açılımlardır.
Fakat bu kapılardan birini açıp da yeni bir odaya girdiğinizde, oradaki kapılardan
başlayıp sırayla yenilerini açmasaydınız ortaya bir saray çıkmazdı..
Hayatın ilk evresinde de temel yağ asitleri doğal biçimde, modern hücrenin
sınırlarını belirleyen zarlara benzer şekilde, çift katlı moleküllerle kaplanmış
küre biçimini almışlar, Sınırları belli bu küre ortaya çıkınca yeni Bitişikteki
Açılımlar da ortaya çıkmıştır. Zira artık kürenin içi ve dışı, yani bu hücre vardır.
Hücre de yaşamın yapı taşlarıdır. Aynı düzen, hayatın evriminin her aşamasında
görülür.Örneğin atalarımızda başparmak gelişince, yep yeni kültürel Bitişikteki
Açılımlarla alet ve silah yapıp kullanabilir hale geldiler.
Hayatın ve kültürün tarihi, yavaş yavaş fakat hiç pes etmeden yeni Bitişikteki
Açılımların araştırılmasının bir hikayesi şeklinde anlatılabilir. Her yeni
innovasyon, araştırılacak yeni yollar açmıştır. Ancak bazı sistemler diğerlerine
göre yeni açılımlara daha yatkındır. Örneğin büyük kent ortamı, köy ve
kasabalara nazaran yeni ticari açılımların araştırılmasına ve uzmanlaşmaya
imkan sağlar. Nüfusu az olan yerler bunu taşıyamaz.
Web, tarihteki bütün iletişim teknolojilerinden çok daha fazla Bitişikteki Açılım
ları yoklamıştır. 1994’de Web henüz yalnızca yazıdan oluşan bir ortamdı. Birkaç
yıl içinde, sağladığı imkanlar git gide genişledi.
Finansal işlemleri yapabilir hale gelince Web, alışveriş merkezi, mezat salonu,
kumarhane haline geldi. Kendi yazılarınızı, fotoğraf ve videolarınızı
yükleyebildiğiniz karşılıklı bir ortam oldu.
Yeni fikirler havadan toplanmaz; zaman içinde artan (bazan de azalan) mevcut
parçalar üzerine inşa edilir. Bu parçalar bazen kavramsaldır; problem çözümü
gibi. Bazıları da bildiğimiz mekanik parçalardır. Priestley ve Scheele oksijeni
araştırmaya başlamadan önce havanın farklı gazlardan oluştuğu anlaşılmıştı. Bu
kavramsal çerçeve yanında, oksidasyonun tetiklediği miniskül ağırlık
değişikliklerini ölçebilecek hassas teraziye de ihtiyaçları vardı. Bu kavramsal ve
mekanik parçaları elde edilince oksijenin 1774’te keşfi de Bitişikteki Açılım
alanına girmiş oldu. Oksijen havada hep vardı fakat deney ancak önceki keşif ve
icatlar sayesinde mümkün olabilmişti. 
7
Bitişikteki Açılım yeni imkanlar kadar sınırlarla da ilgilidir. Zaman çizgisinin her
hangi bir anında henüz açamayacağımız kapılar vardır. Fark yaratan fikirleri hep,
bir dahinin 40 yıl ötesine atlayarak normal kafalı çağdaşlarının düşünemeyeceği
şeyleri icat etmesi şeklinde görürüz. Oysa ister teknolojik, bilimsel, ister kültürel
olsun, ilerleme hep bir kapının diğerine açılmasıyla, sarayın odalarının teker
teker dolaşılmasıyla gerçekleşmiştir. İnsan beyni tabii ki molekül formasyonu
gibi kanunlarla sınırlı olmadığından bazen odaları atlayıp zamanının çok ötesine
sıçrar. Fakat bu fikirler hemen her zaman kısa vadede başarısızlıkla sonuçlanır
zira henüz gerekli alt yapı ortada yoktur.
19. yy da İngiliz mucit Charler Babbage’ın tasarladığı “ Analitik motor”u ele
alalım. Birçok bilim adamı tarafından modern bilgisayarların dedesi sayılan bu
makineyi tasarım halinden fiiliyata geçirmek için Babbage 30 yılını harcadıysa da
başarmaya ömrü vefa etmedi zira bunu yapmak için gerekli yedek parçalar
henüz yoktu. Üstelik yapmaya çalıştığı şey, buharlı makineler döneminde
elektronik çağın aletiydi.
Zaman çizgisinde hızla ilerlersek aynı durumun Youtube için de söz konusu
olduğunu görürüz. Eğer Chen, Kerim ve Harley aynı fikri 10 yıl önce, 1995’te
uygulamaya kalksalardı muhteşem bir fiyasko olurdu zira o zamanki Web’de
video paylaşımı henüz bitişikteki açılım değildi. Telefon Çevirmeli bağlantıda 2
dakikalık bir klibin indirilmesi bir saatten fazla sürmesi bir yana Youtube’un
dayandığı Adobe Flash platformu 1996 da geliştirilmiş, 2002 de videolara
destek sağlamıştı.
1850’de Babbage in Analitik motoru veya 1995’te Youtube’u tasarlamak, yağ
asitlerinin durduk yerde deniz kestanesi yaratacak şekilde bir araya gelmesi
gibiydi. Fikir doğruydu ama ortam henüz hazır değildi.
Hepimiz kendi özel odalarımızla yaşıyoruz. İşimizde, özel yaşamımızda, her
ortamda bitişikteki açılımlarla çevriliyiz. Yeni bir kapıyı açmak bilimsel buluşlara
yol açabildiği gibi, ilkokul birinci sınıf öğrencileri için daha etkin bir öğretim
stratejisine veya bir pazarlama fikrine de yol açabilir.
Ne tür bir ortam yeni fikirler yaratır? İnnovatif ortamlar, sakinlerinin Bitişikteki
Açılımları yoklamasını kolaylaştırır çünkü çok çeşitli mekanik veya kavramsal
yedek parçaları bulundurmak yanında, bu parçaların yepyeni şekillerde
birleştirilmesini teşvik ederler. Denemelere girişmeyi cezalandırmak, var olan 
8
imkan ve olasılıkları karartmak, mevcut durumu, kimsenin yeni araştırmalar
yapma zahmetine girmeyecek kadar iyi hale getirmek suretiyle yeni yeni
bileşimleri engelleyen veya sınırlayan ortamlar, araştırmayı teşvik eden
ortamlara kıyasla nisbeten daha az sayıda innovasyon yaratırlar.
Apollo 13’te bir arıza sonucu karbondioksit filtresine ihtiyaç olunca, kontrol
odasındaki bilim adamları zor durumdaki astronotlara uzay aracında mevcut
bambaşka parçaları birleştirerek bir filtre yaptırmışlardı. İyi bir fikir aynı
zamanda, hangi yedek parçaların işe yarayacağını keşfetmek, ha bire eski
malzemelerin dönüşümünü yapmamaktır.
II
SIVI ŞEBEKELER
İyi bir fikri hep, aniden çakan bir kıvılcım olarak düşünürüz. Aslında fikir, bir
şebeke, bir ağdır. Aynı anda binlerce nöronun beyninizin içinde ateşlenmesiyle
fikir bilincinize ulaşır. İyi bir fikir, zihninizde kurabileceği bağlantıları yoklayan
hücre şebekesidir.
Fikirleri nöron şebekeleri şeklinde düşündüğünüzde iki önkoşul ortaya çıkar:
Birincisi şebekenin büyüklüğüdür: yalnızca 3 nöronun ateşlenmesiyle mucize
buluşa ulaşamazsınız.
Beyinde kabaca 100 milyar nöron, bunların her birinin de 1000 nöronla
bağlantısı vardır. Bu 100 trilyon bağlantı, yetişkin insan beynini dünyadaki en
büyük ve karmaşık şebeke yapar.
İkinci ön koşul şebekenin esnek, yeni yapılanmaları teşvik eden özellikte
olmasıdır. Beyinde yeni bir fikir doğması, nöronların yeni bir biçimde bir araya
gelerek o düşünceyi mümkün kılmasıdır. Bağlantılar genlerimizle veya kişisel
tecrübelerimizle ortaya çıkar. Bazı bağlantılar kalp atışını düzenler veya
refleksleri tetikler, bazıları da yeni bir bilgisayar programı yazma fikrini yaratır.
Bazıları da anılarımızı canlandırır. Aklın, bilgeliğin anahtarı bağlantılardır: o
yüzden, yetişkinliğe ulaştığımızda nöronları kaybettiğimizin pek bir önemi
yoktur: zihinde önemli olan yalnızca nöronların sayısı değil, aynı zamanda
aralarında oluşmuş milyonlarca bağlantıdır. 
9
Beyinde olan her şey, tırnaklarımızı keseceğimizi hatırlamak dahi, nöronların
belli bir şebeke düzeninde ateşlenmesidir. Fakat tırnak kesmeyi hatırlamak yeni
bir buluş değildir. Yaratıcı beyin, tekrarlayan bir işi yapan beyinden daha farklı
çalışır. Nöronlar farklı şekillerde şebekeler oluştururlar. Mesele, beynin bu
yaratıcı şebekelere doğru nasıl yöneltileceğidir. Cevabı ise, zihni daha yaratıcı
yapabilmek için onu aynı tür şebekeleri paylaşan ortamlara koymaktır. Bu da,
Bitişikteki Açılımların sınırlarını yoklayan insan ve fikirlerle bir şebeke
oluşturmak demektir.
Dünyada yaşamın ortaya çıkması bile karbon atomunun bağlanabilme özelliği
sayesindedir. 4 değerlikli karbon atomu, diğer atomlarla ama özellikle de
oksijen, hidrojen, azot, fosfor, kükürt ve başka karbon atomlarıyla bağ
kurabilme yetisine sahiptir. Bu altı atom, dünyada yaşayan tüm canlı
organizmaların kuru ağırlığının %99 ‘unu oluşturur. Kısacası, karbon ve onun
bağ kurabilme özelliği olmasaydı yaşam olmazdı. Yerküre cansız kimyasal
elementler çorbasından ibaret bir gezegen olarak kalırdı.
Karbon iyi bir bağ kurucu olabilir fakat karbon atomlarının rastgele diğer
elementlerin atomlarıyla çarpışabileceği bir ortam olmasaydı bu özelliği
muhtemelen boşa gidecekti. Bütün o muhteşem polimer zincirleri ve halkaları
Bitişikteki Açılım’ın kilitli kapıları arkasında kalacaktı.
Karbon gibi H2O molekülü de, birkaç olağanüstü özelliğiyle suyu yaşam için
elzem bir ortam yapar. Hidrojen molekülleri arasındaki bağlar diğer sıvılara
göre 10 kat daha güçlü olduğundan su donma ile kaynama noktaları arasında
çok geniş bir sıcaklık aralığında sıvı kalır. Bunun yanında en güçlü çözücüdür.
Suyun akışkanlığı ve çözücülüğünün birleşimi, içindeki elementlerin durmadan
çarpışıp yeni şebekeler oluşturmasını mümkün kılar.
Böylece dünyada yaşamın doğuşunun öyküsü yüksek yoğunluklu sıvı bir şebeke
ile başlar: başlangıç çorbasında bağlantıya aç karbon atomlarının birbiriyle ve
diğer atomlarla çarpışmasıyla meydana gelen moleküller kimya ve fiziğin
biyolojiye yol verdiği noktayı işaret eder. İlk Lipidlerin ortaya çıkması, hücre
zarına gidecek kapıyı açtı; ilk nükleotidler daha sonra DNA’ya gidecek yolu açtı.
Bunlar iyi bir fikrin, yani hayatın ilk ipuçlarıydı.
İnnovatif sistemler, “kargaşanın sınırında” (çok fazla düzen ile çok fazla
anarşinin birleştiği noktada) yoğunlaşma eğilimindedir. Şebekeler, maddenin üç 
10
hali - gaz, sıvı, katı - gibidir. Gazda kargaşa hakimdir. Yeni oluşumlar
mümkündür fakat ortamın hareketliliği dolayısıyla kalıcı değildir. Katıda istikrar
vardır fakat değişim yeteneği yoktur. Oysa sıvı şebekeler bitişikteki açılımları
araştırmaya daha uygun ortamlar sağlarlar. Beyindeki 100 milyar nöron da bir
tür sıvı şebekedir. Bir taraftan aralarındaki yoğun bağlarla yeni kalıplar
arayışında olabilecek kadar kaotik, diğer taraftan da faydalı yapıları uzun süre
koruyacak kadar stabildirler.
İlk insanlar çağlar boyunca gaz benzeri ortamda yaşadılar. Ufak avcı-toplayıcı
grupları önce geniş aileleri içinde yaşayıp birbirleriyle temas kurmadan dolaşıp
durdular. Tarım, durumu değiştirdi. Binler, on binler halinde yerleşik gruplar
yabancılarla dolu alanları paylaştılar. Nüfustaki artış, oluşturabilecekleri
bağlantı sayısını geometrik ölçüde arttırdı. İyi fikirler başka beyinlere ulaşıp
orada kök saldı. Yeni tür işbirlikleri mümkün oldu. Bu tür yoğun nüfuslu
ortamlarda ortaya çıkan paylaşmaya ekonomistler “ bilgi taşıması” adını veriyor.
Ortak bir kültürü binlerce kişiyle paylaştığınızda iyi fikirler, bunların yaratıcıları
saklasa bile, bir zihinden ötekine akma eğilimindedir.
İnsan ırkı tarım çağından önceki bir milyon yılda bayağı yol kat etmişti: konuşma
dili, sanat, avcılık için aletler, yemek pişirme icat edilmişti. Fakat ilk gerçek
kentlerin kurulmasından bin yıl kadar sonrasında, M.Ö. 2000 den itibaren
insanlar icat etmenin yepyeni yollarını icat ettiler. Yazı yokluğu dolayısıyla
önceki icatların kayıtları tutulamadığı için yeni kuşaklara geçemiyordu. Fakat ilk
kentlerin yoğun şebekelerinde fikirler taşarak hem diğerlerine, hem de gelecek
kuşaklara aktarılabildi.
Ekonomik sistemler feodal yapılardan erken dönem kapitalizme geçince daha az
hiyerarşik, daha fazla şebekeli oldular. Şatolar veya kümeler yerine pazarlar
etrafında örgütlenmiş bir toplum, karar verme yetkisini çok daha geniş bir
yelpazeye dağıtır. Pazaryerinin innovasyon gücü kısmen bu basit matematikten
kaynaklanır: “yetkililer” ne kadar akıllı olursa olsun, bir kişiye karşılık
pazaryerinde bin kişi olması, pazaryerinde feodal şatodan çok daha fazla iyi fikir
olması demektir. Bunu sağlayan kalabalığın bilgeliği değil, kalabalıktaki bazı
kişilerin şebeke sayesindeki bilgeliğidir.
Araştırmalar, en büyük buluşların laboratuarında tek başına çalışan bilim
adamlarından ziyade üç-beşinin toplanıp yaptıkları çalışmaları tartıştıkları 
11
ortamda doğduğunu göstermektedir. Ofisimizde tek başına çalışırken, bir
mikroskoba eğilirken kendi önyargılarınızın tuzağına düşebilirsiniz. Grup içinde
sohbet bu katı hali sıvı şebeke haline çevirir. Sıvı bir şebekeyi dondurmanın en
hızlı yolu insanları kapalı kapılar ardındaki özel odalara doldurmaktır. Bu yüzden
Web çağı şirketleri çalışanların ve departmanların birbiriyle plansız programsız
bir araya gelebileceği iş ortamları kurmaktadır. Ancak burada önemli olan
düzen ve kargaşa arasında doğru denge kurmaktır.
III
YAVAŞ ÖNSEZİ
10 Haziran 2001’de Arizona’daki FBI ajanı Ken Williams Newyork ve
Washington’daki üstlerine bir elektronik mesaj dosyası gönderdi. 6 sayfalık
belge şu kehanet cümlesiyle başlıyordu: “Bu mesajın amacı Usame Bin Ladin’in
muhtemelen Amerika’daki sivil havacılık üniversitelerine düzenli şekilde öğrenci
gönderme çabası içinde olduğu yolunda Büroya ve New York’a bilgi vermektir.”
Bu belge artık “Phoemix mesajı” adıyla efsaneleşmiştir. Williams bir yıl boyunca
Arizona’daki havacılık üniversitelerine çok sayıda “soruşturulması gereken”
öğrenci girdiğini fark etmiş, fakat tehdidin aciliyetini göremeyerek ilerde
dünyanın çeşitli noktalarında havacılık hedeflerine yönelik terörist eylemler
geçekleştirecek bir kadro kurma çabası olarak nitelendirmişti.
Mesaj, onu okuyan analistler tarafından acil yerine “rutin”, “spekülatif”,
“önemsiz” şeklinde etiketlenince hiçbir zaman merkezdeki radikal dinciler
bölümü başkanı David Fresca’ya ulaşamayıp merkezdeki “ Kara delik”e düştü.
Dünyayı değiştiren muhteşem fikirleri inceleyerek innovasyon tarihi hakkında
epeyce bir şeyler öğrenebiliriz. Fakat bunların başarılarını hep ya fikrin, ya da
onu düşünen zihnin parlaklığına bağlar, yayılmalarında ve yaratılmalarında
çevrenin rolünü düşünmeyiz. Bu yüzden, bitişikteki açılımın’ eşiğinde olduğu
halde fiyaskoyla sonuçlanan kıvılcımları incelemek de aynı derecede önemlidir.
Phoenix mesajı işte bu başarısız kıvılcımlardan biriydi. Mesaj açısından
başarısızlığın nedenleri, orta düzey analistleri önemi konusunda ikna
edememesi, üstlere ulaşsa bile FBI’ daki organizasyon yapısının hemen
harekete geçebilecek esnekliğe sahip olamamasıydı. Bunlara rağmen, dünyayı
değiştiren fikirlerin izlediği süreci izleyebilseydi Williams’ın önsezisi saldırıları 
12
önleyebilirdi. Ancak bunun için bu ön sezinin başka bir önseziyle çarpışması
gerekiyordu.
Ken Williams’ın mesajını göndermesinden tam bir ay sonra Minnesota’daki Pan
Am uçuş akademisine Zekeriya Musavi adında bir kişi kaydolup Boeing 747
simülatöründe eğitime başladı. Öğretmenleri 8300 liralık toplam ücreti nakden
ödeyen ve kuleyle iletişime, kokpit kapılarının çalışmasına olağan dışı ilgi
gösteren bir öğrenciden derhal şüphelenip FBI’la temasa geçtiler. Musavi
göçmen yasasını ihlal gerekçesiyle tutuklandı. Sorgulamada çok daha derin bir
komplonun varlığını fark eden FBI ajanları mahkemeden Musavi’nin
bilgisayarındaki dosyaları inceleme izni alabilmek için çılgınca uğraş verdiler.
Hatta bir noktada ajan Jones, Musavi’nin “Dünya Ticaret Merkezine bir şey
uçurabileceğinden bile söz etti. Fakat istenen izin, kanıtların yeterli olmadığı
gerekçesiyle reddedildi.
Bu iki önsezi de tek başlarına birer önseziydi yalnızca. Fakat iki nokta
birleştirilebilseydi etkinlikleri kat kat artacak ve Musavi’nin bilgisayarının
incelenmesiyle saldırılar durdurulabilecekti.
Büyük fikirler genellikle önce kısmen natamam biçimde şekillenir. Çok önemli
bir şeyin tohumları bulunduğu halde önseziyi uygulamaya geçirecek kilit
elemandan yoksundurlar. Ve çoğu zaman bu eksik eleman, başka bir yerde
başka bir kişinin kafasında bir önsezi olarak yaşamaktadır. Sıvı şebekeler bu
kısmi fikirlerin bağlanabileceği ortamı yaratırlar.
Malcolm Gladwell’in çok satan kitabı “ Blink” ani önsezilerin gücüne ve
tehlikelerine odaklanır. Ancak dünyayı değiştiren fikirler tarihinde ani sezgiler
pek az yer kaplar. Çoğu sezgiler çok uzun zaman çerçevesinde önemli
innovasyonlara dönüşürler. Bir problemin henüz kimsenin önermediği bir
çözümü bulunduğuna dair belirsiz, tanımlanması zor bir duygu olarak başlarlar.
Zihnin gölgelerinde, bazen on yıllarca oyalanarak yeni bağlantılar kurar, güç
toplarlar. Bu yavaş önseziler gelişmek için çok uzun süreye ihtiyaç
duyduklarından nazik yaratıklardır; günlük meselelerin hayhuyu arasında
kolayca yitip gidebilirler. Fakat bu uzun kuluçka dönemi aynı zamanda
güçleridir. Zira başkalarının göremediği biçimde gerçeklere ulaşmamızı
sağlarlar. 18. yy bilim adamı Joseph Priestley bu fanusun içine bir nane fidesi
yerleştirirken beyninin arkasında 20 yıl önceki, örümcekleri cam kavanozlara 
13
kapatma tutkusu yatıyordu. Organizmaların kapalı kaplar içinde ölmesinin
ilginç bir tarafı olduğunu fark etmişti. 20 yıl boyunca çok farklı konular ve
deneylerle uğraştı. Nihayet bir gün evindeki laboratuarda fanus içinde nanenin
rahatça büyüdüğünü görünce bitkilerin hayvanların aksine oksijeni tüketmeyip
ürettiklerini keşfetti.
Önsezilerin zaman içinde kaybolup gitmesini önleminin sırrı basittir: Herşeyi
yazmak.
Darwin’in fikirlerinin gelişimini net biçimde izleyebilmemizin sebebi, başka
kaynaklardan alıntı yaptığı, yeni fikirler geliştirdiği, sahte ipuçlarını sorgulayıp
kenara attığı, şemalar çizdiği defterler tutma adetine sıkı sıkıya bağlı olmasıydı.
17. ve 18. Yy aydınlanma çağı Avrupa’sında günlük tutmak zamanın bütün bilim
adamı, sanatçı ve düşünürlerinin vazgeçilmez tutkusuydu. Bu tür defterler
geçmişteki sezgilerinin evrimini izlemenize imkan vermektedir.
Victoria çağında yayınlanan “ Herşey Hakkında Sorgula” ( Enquire Within Upon
Every Thing”) adlı günlük benzeri bir yaşam kılavuzu yayınlıyordu. Zamanında
çok ünlü olan bu kılavuzun bir kopyası 1960’larda Londra’da yaşayan
matematikçi bir çiftin evine ulaşmıştı. Kılavuz evin oğlunun çok ilgisini çekiyor,
içindeki bilgi hazinesini saatlerce okuyordu.
Yıllar sonra İsviçre’de bir araştırma laboratuarında danışman olarak çalışırken
kuruma gelen bilgi akışı başını döndürmüştü. Bütün bu verilerin izini sürmesini
sağlıyacak bir proje üzerinde çalışmaya başladı. Geliştirdiği ilk aplikasyona
kılavuzdan esinlenerek “enquire” adını verdi. Program çok başarılı olmasına
rağmen iş değiştirince olduğu gibi bıraktı. Arada başka şeyler denediği 10 yıldan
sonra, hipertekst linkleri kullanarak farklı bilgisayarlardaki dosyalar arasında
bağlantı kurabilen daha sofistike bir aplikasyon tasarlamaya koyuldu.
Platformuna doğru isim bulabilmek için bir süre debelendi. Nihayet,
platformun yoğun şebeke yapısından yola çıkarak “World Wide Web (wwwdünya çapında ağ) adını verdi.
Tim Berners Lee Web’in öyküsünü anlatırken muhteşem buluşunun evrimini ani
bir mucie gibi göstermeye kalkışmaz. Web yavaş bir sezginin usul usul
gelişmesinin tipik bir örneğidir. Bir çocuğun yüzyıllık bir ansiklopediyi
incelemesiyle başlamış, zaman içinde gezegenimizdeki tüm bilgisayarları
bağlayan bir bilgi platformuna ulaşmıştı. 
14
Birçoklarında fikirler çalışma ortamının içinde ve çevresinde, gündelik baskılar,
sorumluluklar, meşguliyetler arasında doğar ve filizlenemeden yok olup gider.
Berners Lee o açıdan çok şanslıydı. Çalıştığı İsviçre ve partikül fiziği
laboratuarının CERN‘de görevi “veri toplamak ve denetlemek” ti. 10 yıl boyunca
küresel iletişim platformu araştırmasını hobi olarak yürüttü. İşi ile hobisi
arasında pek çok ortak nokta olması dolayısıyla üstleri yan proje olarak
hipertekst üstünde çalışmasına izin vermişlerdi. Internet üzerinden de başka
programcılarla istişare yapabiliyordu.
CERN’deki ortam açık bağlantı kurmaya ne kadar müsait ise, FBI’ın
Otomosyonlu Vaka Destek Sistemi de o kadar kapalı, bağlantı kurmaya izin
vermeyen bir sistemdi. Bilgiye dışardan ulaşılamadığı gibi, belgeler kurumun
diğer üyelerinden de gizlenecek şekilde tasarlanmıştı. İpuçlarının ve önsezilerin
son derece önemli olduğu bir kurumda önsezileri tam anlamıyla öldüren bir
sistem yaşıyordu. Sonraki araştırma komitesi FBI’ın bilgi ağını başlıca
suçlulardan biri ilan etmişti.
Aslında “ Enquire-Sorgula” pek ala Google’ın adı olabilirdi. Google, Web’i
yaratan yavaş önsezili innovasyonu en fazla benimseyip geliştiren kurumdur.
Başlangıçta google bütün mühendisleri için ünlü % 20 kuralını koymuştu.
Mühendisler şirket projelerinde çalıştıkları her dört saata karşılık bir saat da
kendi özel projeleri üzerinde çalışıyorlardı. Bu projelerin çoğundan bu sonuç
çıkmasa da arada bir bu sezgilerden biri müthiş başarı yakalar. Google’a
2009’da 5 milyar dolar kazandıran AD sense böyle bir projeydi. Orkut
Büyükkökten adlı bir Türk google mühendisi, Brezilya ve Hindistan’daki en
büyük sosyal paylaşım ağı olan Orkut’u kendi özel proje saatinde yarattı.
Gmail’in de kökleri oradan geldi.
Google ile FBI arasındaki tezat, Krishna Bhanat’ın hikayesinde açıkça görülür.
Bhanat 11 Eylül’den sonra haberlerin çokluğu karşısında şaşkına dönmüştü.
Bütün yazıları konularına göre sıralayan bir yazılım yaratmaya koyuldu.
Bhamat’ın kafasındaki bir sezgiden başlayıp Google News’un Eylül 2002 de
yayınlanmaya başlaması sadece bir yıl sürmüştü. FBI ise 11 Eylül üzerinden 9 yıl
geçtiği halde hala otomasyonlu vaka destek sistemini kullanıyor. 
15
IV
RASTLANTISAL BULUŞ
Biz genellikle rüyalardan aldığımız ilhamı yaratıcı sanatlarla birleştiririz fakat
birçok bilimsel buluş rüyalardan kaynaklanan devrimsel fikirler sonucunda
ortaya çıkmıştır. Örneğin Rus bilim adamı Dmitri Mendeleev periyodik tabloyu
rüyasında elementlerin atom ağırlıklarına göre dizilebileceğini gördükten sonra
Bilimsel keşiflerde rüyaların rolü mistik bir olay değildir. REM uykusu sırasında
beyin kökündeki asetilkolin salgılayan hücreler rastgele ateşlenerek beynin her
yerine elektrik gönderir. Anılar ve çağrışımlar karmakarışık, yarı tesadüfi
biçimde tetiklenerek rüyalara halüsinasyon tarzı bir nitelik verir. Bu yeni nöron
bağlantılarının pek çoğu anlamsızdır fakat arada bir rüyadaki beyin uyanıkken
gözümüzden kaçan değerli bir bağlantıyı kurar. Freud’un dediğinin aksine rüya
baskılanmış bir gerçeğin açığa çıkması değil, yeni yeni nöron bağlantılarını
deneyerek yeni gerçeklere ulaşma çabasıdır. Bir problemin “üstüne uyumak”
deyimi boşuna ortaya çıkmamıştır. Uykunun yeni zihinsel kombinasyonları
bulmacanın pek çok çözümünü araştırmamıza imkan sağlar.
Eşeysel üremenin kendisi de rastlantısal bağlantıların gücünün bir tür tanığıdır.
Yeryüzünde mikroskobik olmayan canlıların ezici çoğunluğu genlerini başka bir
organizma ile paylaşarak çoğalır. Aslında döllenmedeki karmaşık gen alışverişi
olmasaydı yaşam için çok daha kolay olurdu. Cinsellik olmadan üreme basit bir
klonlamadır. Eş aramak zorunda kalmadığınız için de daha hızlı, daha kolaydır.
Aseksüel organizmalar seksüel benzerlerinden iki kat hızlı ürerler. Fakat yaşam
sayılardan ibaret değildir. Aşırı çoğalmanın da kendine özgü tehlikeleri vardır.
Özdeş DNA’ya sahip organizmalar parazitlerin ve avcı hayvanların hedefidir. Bu
yüzden doğal seçicilik innovasyonu ödüllendirir. Yeni ekolojik nişler, yeni enerji
kaynakları bulur. Biyosferde adeta innovasyon, yeni yaşam tarzları yaratma
dürtüsü vardır. Basitlik ve hızın yerini yaratıcılık almıştır.
Yaratıcılığın, keşif ve buluşların pek çok örneği rastlantıyla ortaya çıkmıştır.
Ancak bu demek değildir ki gökten zembille inerler. Örneğin kimyacı Kekule bir
gün rüyasında bir yılanın kuyruğunu yuttuğunu görmüş, bundan ilham alarak bir
çok organik bileşiğin temel molekülü olan benzen halkasını keşfetmiştir. Fakat 
16
Kekule uzun yıllardır benzen molekülü üzerinde kafa yormasaydı böyle bir keşfe
ulaşabilir miydi?
Rastlantısal buluşlar çarpışma gerektirir fakat aynı zamanda bu buluşların bir
yere sabitlenmesi gerekir. Aksi takdirde fikirler başlangıç çorbasındaki karbon
atomlarının birbiriyle rastgele çarpışıp organik yaşamın halkalarını ve örgülerini
meydana getirememesi gibi boşlukta kalır.
Tabii ki mesele bu rastlantısal bağlantıları besleyen ortamların her boyutta:
kendi zihniniz içinde, büyük kurumlar içinde de ve toplum içinde nasıl
yaratılacağıdır. Beyinde her an sayısız fikir ve anı başıboş dolaşıp durur. Nöron
kümelerinin doğru zamanda ateşlenip doğru bağlantıları kurmasını nasıl
sağlayabiliriz?
Bir yöntem, yürüyüşe çıkmaktır. Uzun duşlar ve küvette bir süre yatmak aynı işi
görür. Bu eylemler günlük yaşamın hayhuyundan bir nebze uzaklaşmanızı,
fikirlere konsantre olmanızı sağlar.
Dış kaynaklardan da yararlanmak gerekir. Kendini vererek okumak, internet
fevkalade bilgi ve bağlantı kaynaklarıdır.
İnnovasyonun, fikirlerin başka fikirlerle bağlantı kurup yeni bileşimler
oluşturmasıyla ortaya çıktığı aşikar bir gerçek olmasına rağmen iki yüzyıldır
yasal kısıtlamalarla fikirlerin arasına duvar örülmekte, bağlantılar
engellenmektedir. İşin tuhafı, bu duvarların amacı innovasyonu teşvik etmektir.
Patent, dijital haklar, entellektüel mülkiyet hakları, ticaret sırları gibi adlar
taşıyan bu kısıtlamalar, yeni fikirlerin yaratıcılarının emeklerinin ödülünü
alması, onu gören diğerlerinin de özenip kendi innovasyonlarının
gerçekleştireceği varsayımına dayanır.
Ancak kapalı ortamlar, zihinlerin şebekeler kurup rastlantısal buluşlara
ulaşmasını engeller. Fikirleri kopyacılardan ve rakiplerden korumak, gelişmesini
de önlemek demektir. O yüzden Nike gibi bazı büyük firmalar yavaş yavaş
kurum bilgilerini başkalarıyla paylaşacak sistemler kurmaya başlamıştır.
Rastlantısal buluşları kolaylaştıran bir başka kurumsal teknik “beyin fırtınası”
seanslarıdır. Ancak bunun belli saatlerle sınırlandırılması yerine Ar-ge
çalışmalarının ve sezgilerin kurum içinde her an ve her kademede
tartışılabilmesi daha iyi sonuç verir. Buna uygun veri tabanlarından 
17
yararlanılabilir. Bu yöntem kurumun bir yerine öneri kutusu koymaktan çok
daha işe yarar.
V
HATA
Muhteşem doğrulara ulaşma tarihinin gölgesinde tekrar tekrar muhteşem
hatalar tarihi saklıdır. Yalnız hatalı olmak da değil, aynı zamanda pasaklı olmak
da. Alexander Fleming’in penisilini bulması açıkta bıraktığı stafilokok kültürüne
kenarda unuttuğu bir Sandviçin kokuşmuş peynirinden küf bulaşması sayesinde
gerçekleşti. Louis du Guerse iyodlu gümüş plakalardaki görüntüyü alabilmek
için yıllarını harcamıştı. Bir gece boş bir çabanın arkasından plakaları içi
kimyasal dolu bir dolaba yerleştirdi. Ertesi sabah devrilmiş bir civa
kavanozundan çıkan cıva buharlarının plakada kusursuz bir görüntü
oluşturduğunu gördü. Modern fotoğrafçılığın öncüsü doğmuştu.
Hayvan psikoloğu Wilson Greatbach’ın tesadüfen sohbet ettiği cerrahlardan
düzensiz kalp atışlarının tehlikelerini duydu. Greatbach’in gözünün önüne,
yayın sinyallarini doğru şekilde alıp gönderemeyen bir radyo geldi. Modern
elektronik tarihinin, iki cihaz arasında elektrik sinyallerinin çok düzenli ve
mucizevi hassaslıkta geçirilmesine dayandığını biliyordu. Bu bilgi kalbe
uygulanabilir miydi acaba? Bu düşünceyi beş yıl boyunca beyninin arka
taraflarında sakladı. Kronik hastalıklar enstitüsünde çalışırken bir doktor
kendisinden vakum tüp yerine yeni silikon transistörleri kullanan bir osilatör
imal etmek için yardım istedi. Greatbach kazara yanlış transistörü osilatöre
takınca kalp alışık olduğumuz ritimde atmaya başladı. Greatbach’ın hatası
sayesinde cihaz kalp atışlarını kaydetmiyor stimüle ediyordu. Greatbach’ın
kafası 5 yıl önce yapılan sohbete gitti. İşte düzensiz atan bir kalbin hatalı
sinyallerini kalbi hassas aralıklarla şoklayarak düzene sokacak bir cihaz önünde
duruyordu.
Greatbach-Chardack pacemaker cihazı (kalp pili) geliştirilmiş haliyle bugün
milyonlarca kişinin ömrünü uzatmaktadır.
Bunun gibi yanlışın doğruya gittiği pek çok örnek vardır. Triod, radyografi
vulkanize kauçuk ve plastik hep hatalar sonucu ortaya çıkmıştır. Hata deha
yolunda katlanmak zorunda olduğunuz bir aşama değildir. Hata genellikle sizi 
18
alışık olduğunuz varsayımlardan kurtarır. Haklı olmak, sizi yerinizde tutar.
Hatalı olmak yeni arayışlara yeni stratejilere yöneltir. Bitişik odaları açar.
Ancak hata tek başına bir buluşa, bir çözüme ulaştırmaz. O konu üzerinde uzun
süre kafa yormak, araştırma yürütmek şarttır. Hata çoğunlukla verilerin tekrar
tekrar yanlış olmasıyla başlar. Ve ne yazık ki bazen araştırmacılar bunun yeni
bir bakış açısı olduğunu fark etmeden deney yöntemindeki yanlışlıklara
bağlarlar; kirlenme, arıza, yanlış okuma gibi. Oysa sonuçlara bakan dışardan biri
doğru sonucun ne olması gerektiğini pek bilmediği ve farklı bakış açısı olduğu
için hatanın bir doğruya işaret ettiğini daha kolay görür. En iyi innovasyon
laboratuarları bir az kontamine olmuş ortamlardır.
Gezegenimizdeki organizmaların akıl almaz çeşitliliğinin doğuşu kısmen hatalar
sonucudur. DNA, kodlamadaki mutasyon veya kopyalamadaki aktarma
yanlışları şeklinde hata yapma eğilimindedir. Öyle olmasaydı kusursuz kopyalar
çıkar, kusursuzluk değişime imkan vermediği için evrim gerçekleşmezdi. Evrim
açısından “hata insana mahsusdur” lafı doğru değildir. Hata olmasaydı zaten
insan olmazdı.
Tabii ki çok fazla hata ölümcüldür. O yüzden hücreler başarılı DNA ‘yı onarmak
ve kodlama sürecinin son çekirdeğe kadar doğru olmasını sağlamak için gelişmiş
mekanizmalarla donatılmıştır. Hiçbir ebeveyn kendi çocuğunda mutasyon
görmek istemez fakat kabul etmeliyiz ki tür olarak bizler mutasyon sonucu
ortaya çıktık.
Evrimin, daha karmaşık olduğu halde seksüel üremeden yana olduğunu
görmüştük. Bunun bir sebebi yararlı innovasyonların nüfusa yayılması, ara sıra
da diğer innovasyonlarla çarpışması ve güçlerini birleştirmesidir. Seks aynı
zamanda hatanın yaratıcı gücünü benimser ve riskleri azaltır. Seks Bitişikteki
Açılım’a kapıyı hafifçe aralayarak günümüzün değişen baskılarına ve fırsatlarına
uyum sağlamamıza imkan verir. Fakat aralığı çok dar tutarak da mutasyon
oranlarını kontrol altında tutar. Kısacası seks genlerimizin yanlışlarından ders
almamızı sağlar.
Genetik, nöro kimyasal ve sosyal düzeyde bütünüyle hata ve kargaşadan ibaret
bir dünya yaşanmaz olurdu. Fakat üretken hatalara ufacık yer bırakmak da
önemlidir. İnnovatif ortamlar faydalı hatalardan feyz alır; kalite kontrol onları
ortadan kaldırınca incinirler. Büyük kurumlar altı sigma, toplam kalite yönetimi 
19
gibi mükemmeliyetçi rejimleri izlemeyi severler; tüm sistemleri baştan sona
hatayı ortadan kaldıracak şekilde düzenlenir. Böylece ara sıra hata yapmanın
yeni innovasyonlara yol açma olasılığını da ortadan kaldırmış olurlar.
VI
EXAPTATION
1440 civarında Almanya’nın Ren bölgesinden bir girişimci, şarap yapımında
kullanılan üzüm presini geliştirmeye çalışırken baskı (Matbaa) makinasını icat
etti. Aslında buna pek icat da denilemezdi. Çıkarılabilir harfler, mürekkep,
pres, hepsi önceden de vardı fakat her biri daha başka alanlarda kullanılıyordu.
Guttenberg’in dehası sıfırdan yeni teknoloji yaratma değil, çok farklı alanlarda
kullanılan bu teknolojileri geliştirerek alakasız bir sorunu çözmekte yatıyordu.
İnsanları sarhoş etmek için tasarlanmış bir makine, kitle iletişiminin motoru
olmuştu.
Evrim biyologları bu tür ödünç almayı exaptation olarak adlandırır. Bir
organizma belli bir kullanım için bir özellik geliştirir fakat bu özellik bambaşka
bir işlev için kullanılmaya başlanır. Bunun klasik örneği kuş tüyleridir.
Başlangıçta, uçmayan türden dinazorların vucut ısısını korumak için yaratılmış
fakat sonraki kuşaklarda kanat haline gelmiştir. Oto lastiğinin sandal olarak
kullanılması bile bir tür exaptation’dır.
Mutasyon, hata ve rastlantılar biyosferin yeni kapıları ardındaki yeni olanakları
araştırmanıza yardım eder. Karanlık bir odayı aydınlatmak için yaktığınız kibrit
bir bakarsınız aynı zamanda odadaki şömineyi yakmaya yaramış; ilk amacınız
aydınlanmak iken, ısınmışsınız da. Exaptation’un özü budur.
Yaratıcılık tarihi exaptation örnekleri ile doludur. 1800’lerin başında Fransız
dokumacı Joseph Maril Jaquard, ipekli kumaşlara desen yapmak için delikli
kartları icat etmişti. Aynı kartlar Babbage’in analatik makinesinde ve ta 1970
lere kadar bilgisayarları programlamada kullanıldı. Lee de Forest’ın triodu icat
etmekteki amacı elektromanyetik sinyalleri algılayıp güçlendirecek bir cihaz
yapmaktı. Ne bilsin ki buluşu bir süre sonra hidrojen bombaları imaline
yarayacak; bu vakum tüplerinin 17.000 tanesi bir araya getirilerek oluşturulan
ilk çağdaş bilgisayar ENIAC’la bomba için gerekli matematik hesapları yapılacak. 
20
Tim Bernard Lee Web’i tasarlarken ilk amacı, akademisyenlerin araştırmalarını
birbiriyle paylaşmasını sağlamaktı. Ancak kurduğu platform alışveriş, fotoğraf
paylaşımı, porno seyretmekten tutun, binlerce tür kullanıma exapte edildi.
Önceleri, Metropol yaşamının sosyal çözülmelere ve yabancılaşmaya yol açtığı
düşünülürdü. 1975 te yapılan araştırmalar alt kültürlerin kentlerde, banliyo ve
küçük kasabalara göre çok daha iyi palazlandığını göstermiştir. Çoğunlukla
farklı olan yaşam tarzları ve ilgi alanları yaşamak için kritik kitleye ihtiyaç duyar
zira ufak topluluklarda benzer kafa yapısındaki insanlara rastlamak daha düşük
olasılıktır. Bu kişiler büyük kentlerde kendi gruplarını kurarak alt kültürlerini
rahatça oluşturular: uyuşturucu bağımlıları, radikaller, entelektüeller, eş
değiştirenler, sağlıklı beslenmeye kafayı takanlar vs.vs.
Dolayısıyla kentler exaptation için çok uygun ortamlardır. Özel ilgi ve becerileri
besler, alt kültürler ve bireyler bilgi alışverişini kolaylaştıran sıvı şebekeler
yaratırlar. Apayrı mesleklerin ve tutkuların bir arada olduğu bir dünya
exaptatıon’ın dallanıp budaklandığı bir dünyadır.
Kamuya açık alanlar bu açıdan çok yararlıdır. 18 yy da Londra’da kahvehaneler
çoğalınca aydınlanma çağının pek çok innovasyonu arka arkaya gerçekleşti:
elektrik üretimi, sigortacılık hatta demokrasinin kendisi. 1920’lerde Paris
kahvehanelerinden yazarlar, şairler, sanatçılar, mimarlar omuz omuza
oturduğundan zengin bir kültürel innovasyon dönemi yaşanmıştı.
Innovasyonla çeşitlilik arasındaki ilişki araştırıldığında, en yaratıcı bireylerin
kendi kurumlarının dışına taşan, farklı uzmanlık alanlarından kişilerle geniş
sosyal ağlar kuran kişiler olduğu görülmüştür. Dallanmış yatay sosyal ağlar,
dikeylerden 3 kat daha etkin çıkmıştır. Buna “ zayıf bağların gücü” diyoruz.
Malcolm Gladwell’in Tipping Point (Kırılma noktası) adlı kitabında söz ettiği gibi.
Exaptation açısından, zayıf bağlar yalnızca bilginin şebeke boyunca daha kolay
ilerlemesini, böylece kapalı bir grup içine hapsolmaktan kurtulmasını
sağlamakla kalmaz, zayıf bağlarla iletilen bir teknoloji bambaşka bir yerde,
bambaşka bir teknoloji tetikleyebilir veya bambaşka kullanım alanları
keşfedilebilir de. Guttenberg metalurg idi fakat şarap üreticileriyle zayıf bağlar
içindeydi. Bu ilişki olmasaydı matbaa muhtemelen ortaya çıkmazdı.
Normalde ipod gibi bir ürünün üretim zinciri şöyle işler: tasarımcıların aklına
bir fikir gelir, temel özelliklerini ve görünüşünü mühendislere iletir. 
21
Mühendisler nasıl çalıştırılacağını saptayıp imalata, imalat bölümü de üretilen
malları satın alması için halkı ikna etmekle görevli satış ve pazarlamacılara iletir.
Bu yöntem iyi işleyen sistemlerde işe yarar fakat genellikle yaratıcılığı öldürür
zira orijinal fikir , bir bölümden diğerine geçerken hep değişikliklere uğrar ve
sonunda tanınmayacak bir ürün ortaya çıkar.
Oysa Apple’ın yaklaşımı başlangıçta daha dağınık, daha kaotiktir fakat kronik
“iyi fikirlerin üretim zincirinde ilerlerken içinin boşalması” sorununu ortadan
kaldırır. Apple buna eş zamanlı veya paralel üretim adını veriyor. Tasarım,
imalat, mühendislik, satış, bütün gruplar ürün geliştirme zinciri boyunca sık sık
toplanarak beyin fırtınası, fikir ve çözüm alışverişi, acil meselelerde strateji
belirleme, farklı görüşleri sürece katma gibi işlevler yürütürler. Süreç gürültülü
ve karmaşıktır fakat sonuçlar ortada değil mi?
Tarihteki büyük innovatörlerden çoğu kendi iş ve özel yaşamlarında
kahvahanelerin disiplinler arası ortamını kurmayı başarmışlardır. Joseph
Priestley kimya, fizik, jeoloji, siyasi kuramlar arasında dolaşıyordu. Benjamin
Franklin elektrik deneyleri, soba tasarımı, matbaacılık ve siyaseti bir arada
yürütüyordu. John Snow bir taraftan pratisyen doktorluk yaparken bir taraftan
da kolerayı, eterin nasıl kullanılacağını, kurşun zehirlemesini araştırıyordu.
Hepsinin ortak yönü farklı hobiler ve uğraşlar edinmiş olmalarıydı.
Exaptation’ın gücü budur. Talih, bağlar kuran beynin yanındadır.
VII
PLATFORMLAR
Darwin İngilteresinde, okyanuslardaki atollerin nasıl oluştuğu tam bir merak
konusuydu. Halka şeklindeki atolün çevresinin derinliğine bakarak üretilen en
yaygın teori bunların denizin içinden yükselmiş volkanların tepesi olduğuydu.
Darwin, tüm dünyada kara kitlelerin yükselip alçaldığını biliyordu fakat
normalde denizin en derinliklerinden dağların en tepelerine kadar yükseklikleri
farklı olan volkanlar nasıl oluyor da atollerde hepsi tam su seviyesinde
kalıyorlar, yükselmeye veya alçalmaya devam etmiyorlardı?
Keeling adalarında yaptığı araştırmalar sonucunda bütün bilgi ve deneyimlerini
birleştirerek şu sonuca vardı: 
22
Atollerin üstündeki toprak değil Scleractinia adlı, mercan resifi yapan bir
organizmaydı. Scleractinia canlı iken bir kaç mm uzunluğunda yumuşak bir
poliptir. Muazzam büyüklükte koloniler halinde ürerler. Kalsiyum bazlı
kabukları öldükten sonra Aroganite adlı bir minerale dönüşür. Neticede mercan
resifi milyonlarca iskeletin bir araya gelerek oluşturduğu, yüzyıllarca sapa
sağlam kalabilen labirentimsi bir yapıdır.
Atolün oluşumunu anlamak için volkanik bir adanın yavaş yavaş bir denize
battığını düşünün. Deniz seviyesinin biraz altına inince yamaçları mercan
kolonilerinin üreme çiftliği haline gelir. Mercanların gıdası foto sentetik
algadan oluştuğu için deniz seviyesinin en fazla 50 metre kadar altına inebilirler.
Volkan çok yavaş battığı için mercan kraterin çevresinde hızla üreyerek denizin
ortasında bir halka oluşturur. Volkan ne kadar denize batsa da (1750 m
derinliğine kadar ölçülmüştür) mercanlar yüzeyden hiç uzaklaşmazlar. Darwin,
bu buluş konusundaki duygularını “Beagle’da yolculuk” adlı kitabında söyle
tanımlar. “ Hepimiz piramitler ve diğer tarihi kalıntıları hayretle seyrederiz. Oysa
minicik nazik hayvanların yarattığı kaya dağları karşısında bu kalıntılar ne kadar
önemsiz kalıyor”
Darwin teorisini kafasındaki farklı bilimler kahvehanesi sayesinde geliştirmişti.
Aynı anda bir doğa bilimci, deniz biyologu, jeolog, gözlemci gibi düşünmüştü.
Bu kadar karmaşık bir fikri düşünebilmek araştırıcı bir zeka ve farklı boyutlarda,
farklı alanlarda kafa yorma becerisi gerektiriyordu.
Darwin’in buluşunun oturduğu platform gibi, bu “minicik ve nazik hayvanlar” bir
platform inşa etmişlerdi. Mercan resifi, tepelerden, düzlüklerden, girinti ve
çıkıntılardan oluşan ve milyonlarca türe ev sahipliği yapan bir platformdur.
Çevre bilimcileri, varlığı ekosistem üzerinde olağan üstü etki yapan türlere kilit
taşı tür terimini kullanmaktadır. Kilit taşını kemerin ortasından çektiğiniz an
kemer çöker. Kendi habitatını kendi inşa eden türlere de ekosistem mühendisi
adı verilir. Ağaçları devirerek baraj inşa eden kunduz böyle bir türdür.
Barajlarda tutulan su bir dizi hayvan ve bitkinin o bölgede toplanmasını ve
gelişmesini sağlar.
Platform inşa ediciler ve ekosistem mühendisleri Bitişikteki Açılıma kapı
açmakla kalmazlar, yepyeni bir kat inşa ederler. 
23
John Hopkins Üniversitesi, uygulamalı Fizik Laboratuarı (UFL)nin kafeteryası
fizikçiler, teknisyenler, matematikçiler, bilgisayarcıların üretici sohbetlerine
sahne olur. 03 Ekim 1953 de iki genç fizikçi kafeteryada, Sovyetlerin uzaya
yolladığı ilk insan yapımı uydu Sputnik’le ilgili hararetli bir tartışmaya katıldılar.
Acaba sputnik uydusunun yaydığı mikrodalga sinyalleri Laboratuardaki
donanımla tespit edilebilir miydi? İkili aynı öğleden sonra sinyalleri yakalamayı
başardılar, daha sonra da doppler etkisinden yararlanarak uydunun hızını ve
yörüngedeki yerini tespit ettiler. Laboratuardaki diğer bilim adamlarının ve yeni
UNIVAC bilgisayarının da yardımıyla, 20 MHz lik basit bir sinyalden yola çıkarak
birkaç ay içinde Sputnik’in bütün yörüngesini tanımlamışlardı.
Bu muhteşem buluşun duyulması üzerine ordu onlardan problemi ters yönden
ele almalarını istedi. Madem ki konumunu bildiğiniz bir alıcıdan yola çıkarak
uydunun yeri hesaplanabiliyordu Uydunun yeri kesin olarak bilindiği takdirde
yeryüzündeki alıcının konumu bulunabilir miydi? Amaç, deniz altından
fırlatılmak üzere yeni geliştirilen nükleer başlıklı Polaris füzelerinin menzilini
hesaplamaktı. Guier ve Weiffenbach bunu da başardılar. Transit Sistemi adı
verilen bu buluş önce yalnız askeri amaçla kullanıldı. 1983 ten sonra da bütün
hava taşıtlarının sivil kullanımına açılarak GPS (Global Positioning System) adını
aldı. Artık cep telefonlarından dijital kameralara, Airbus A 380 lere kadar her
şeye kılavuzluk etmekte.
Uygulamalı fizik laboratuarı kendi çapında sezgileri teşvik eden, bu sezgilerin
benzer uzmanlık alanındaki beyinlerle bağlantı kurmasını sağlayan bir
platformdu. İki gencin bir kafeteryada farklı alanlardaki fikir çarpışmalarından
yola çıkarak yepyeni buluşlara imza atmasına izin vermişti.
Günümüzde en yaygın, en verimli platform Web’dir. Web de “platform istifi”
denen sistemde gelişmesini sürdürmektedir. Tim Berner Lee’nın tek başına
yepyeni bir sistem geliştirmesi, Internet platformunun açık platformları
sayesinde olmuştu. Chen, Kerim ve Hurley Youtube’u Adobe Flash player, Jawa
ve Web in kendisi üzerine kurmuşlardı. HDTV nin geliştirilmesi bir ordu uzman
ve şirketin uğraşmasıyla 20 yıl sürerken, Youtube 3 genç tarafından 6 ayda
tamamlanması sayesinde başarıldı. Web platformlarının istiflerinin en yeni
örneği Twitterdır. Jack Dorsey, Evan Williams ve Biz Stone Twitter’ı mevcut
istifler üzerine 3 yılda yarattılar. 140 karakter sınırı, cep telefonlarının SMS
sınırından kaynaklanmaktadır çünkü amaç web mesajlarını SMS şeklinde 
24
iletebilmektir. Başlangıçta yalnızca kahvaltıda ne yediğini arkadaşlarına ileten
ortam olarak hor görülen Twitter artık siyasi protestoları düzenlemek, devlet
sansürünü aşmak, büyük şirketlere müşteri desteği sağlamak gibi yaratıcıların
aklına bile gelmediği binlerce alanda kullanılmaktadır. Bu yalnızca exaptation,
yani bir alanda kullanılmak üzere tasarlanan bir aletin başka bir alanda
kullanılması değildir; kullanıcılar aletin kendisini yeniden tasarlamaktadır.
Devlet bürokrasisi innovasyonu doğmadan öldürmekte uzun, zengin ve haklı bir
şöhrete sahiptir. Ancak ellerinde bulunan dağlar kadar bilgi ve hizmetleri halkın
kolayca ulaşabileceği şekilde paylaşıma açmaları tam bir kamu hizmeti
demektir. Ne yazık ki liderlerimiz seçimi kazanmak için yararlandıkları
olağanüstü teknolojileri seçildikten sonra bir kenara terk etmektedirler. Oysa iyi
bir hükümet vatandaşlarının ve bürokrasinin sorunlarına çareler üreten
hükümettir. Tam bu noktada platform modeli mucizesini gösterebilir. Böylece
hem paradan, hem de zamandan olağanüstü tasarruf edilebilir.
SONUÇ
DÖRDÜNCÜ GRUP
İnnovasyon tarihinde son 600 yılda gerçekleşen en önemli 200 innovasyonu ve
bilimsel buluşu dört ayrı grupta ve 200 er yıllık zaman dilimleri içinde
inceleyebiliriz.
1. Grup: Bireylerin geliştirdiği, ticari
2. Grup: Şebeke halinde geliştirilen ve ticari
3. Grup: Bireylerin geliştirdiği, ticari olmayan
4. Grup: Şebeke halinde geliştirilen,ticari olmayan
Bireysel innovasyonlar bir kişi veya bir kurum içindeki birkaç kişilik takım
tarafından gerçekleştirilenler, şebeke ise, aynı problem üzerinde çalışan çok
sayıda grubun, birbiri üzerine inşa ederek ortaya çıkardığı innovasyonlardır.
İcadının satışından veya üretim lisansından doğrudan doğruya kar etmeyi
planlayan mucitler ticari gruba, fikirlerinin infosferde özgürce dolaşmasını
arzulayanlar ticari olmayan gruba girmektedir. Şimdi de bu grupların, iki yüzer
yıllık periyodlar halinde dağılımına bakalım. 
25
1400- 1600 arası:
Bu döneme giren buluşların çoğu 3. Grupta, yani bireysel ve ticari olmayan, zira
bilgi ağı yavaş ve güvenilmez. Girişimci az. Birinci yani bireysel ticari grupta
yalnız matbaayı ve merkator projeksiyonunu (bir tür harita çizim yöntemi)
görüyoruz. Da Vinci, Galile, Copirnicus gibi yaratıcı dahi ve vizyonerler çığır
açıyorlar.
1600- 1800 arası:
50 buluştan 3 tanesi birinci grupta (düdüklü tencere, insanlı sıcak hava balonu,
litografi), yedi buluş ikinci gruptadır. Kalan 40 buluş üçüncü ve dördüncü
gruplar arasında eşit dağılmıştır. Burada en büyük değişim bireyselden şebeke
ürününe geçiştir. Matbaanın, daha doğrusu kitapların yayılması, posta
hizmetinin başlaması ve insanların kentlerde toplanması bu değişimin başlıca
etkenleridir. Bir başka husus da buluşların ticariden ziyade ticari olmayan
alanlarında yoğunlaşmasıdır.
1800 den Günümüze
138 buluşun sadece on tanesi birinci grupta kapalı laboratuarda
gerçekleştirilen. Alfred Nobel’in dinamiti gibi patentli buluşlar diğerlerine göre
pek az. Çoğu, televizyon gibi kolektif bir çabanın ürünü. Edison bile söylendiği
gibi ampülü tek başına icat etmemiş, çağdaş rakiplarinin fikir ve buluşlarını
geliştirmiştir. Kilitli bir odada, rakiplerinizin sezgi ve düşüncelerinden uzakta
küçük fikirler geliştirebilirsiniz fakat Bitişikteki Açılıma büyük adım atmak
istiyorsanız yanınızda birileri gerekir.
Burada en çarpıcı gözlem dördüncü gruptaki artıştır. Doğrudan ekonomik ödülü
olmadığı halde nasıl oluyor da bu kadar büyük sayıda iyi fikir dördüncü grupta
gelişiyor?
Bunun bir cevabı şudur: Ekonomik teşvikler ile iyi fikirlerin dallanıp
budaklanması arasında karmaşık bir ilişki vardır. Büyük gelir beklentisi insanları
innovasyon yapmaya teşvik eder fakat aynı zamanda bu buluşu saklayıp
korumaya yöneltir. Verimlilik ekonominin evrensel hedefidir. Ancak fikirler
tamamen serbest olursa girişimciler yaptıkları innovasyonlardan kar edemezler
zira rakipleri kopya eder. Dolayısıyla innovasyon açısından kasıtlı olarak 
26
verimsiz piyasalar yer almış durumdayız: telif hakları, patentler meslek sırları ve
daha binlerce engellerle.
Bu kasıtlı verimsizlik dördüncü grupta bulunmaz. Şebeke ürünü, ticari olmayan
innovasyonların toplandığı bu bölümde emeğin doğrudan parasal karşılığı
yoktur. Fakat açık olmaları başka iyi fikirlerin beslenip çoğalmasını sağlar.
Kitabın önceki bölümlerinde incelediğimiz bütün innovasyon şablonlarının hepsi
- sıvı şebekeler, yavaş sezgiler, rastlantısal buluşlar, exaptation, platformlar -
açık piyasalarda mevcuttur. Fikirler doğal akışlarını kısıtlayan denetimli
ortamlarda boğulurlar. Yeni bağlantılar kurmak için atılan her adımda
ödenmesi gereken bir ücret olunca yavaş bir sezgi başka yavaş bir sezgiyle
kolayca birbirini tamamlayamaz. Her kapıyı bekleyen bir muhafız olunca
exaptation farklı alanlara atlayamaz.
Bütün kompleks toplumsal gerçekler gibi innovasyon ortamının yaratılması da
değiş tokuş meselesidir. Her şey eşit olduğunda maddi teşvikler innovasyonu
tabii ki destekler; sorun şu ki diğer her şey hiçbir zaman eşit değildir.
Bir sisteme maddi karşılık koyduğunuz anda gizlilik ve engeller kafalarını
kaldırır. Öyleyse doğru denge nedir? En yaygın kanıya göre maddi piyangoya
çarpmanın cazibesi, mülkiyet hakları ve kapalı AR-GE’lerin doğurduğu
verimsizliği fazlasıyla kapatır. Kapitalist ekonomilerin sosyalist ve komünist
ekonomilere göre çok daha innovatif olduğu kanıtlanmıştır. Öyleyse piyasaların
kasıtlı verimsizliğinin ödülü maliyetine fazlasıyla değer.
Fakat bu yanlış bir karşılaştırmadır. Olay piyasa ekonomilerinin emir-komuta
ekonomilere göre nasıl işlediği değil, dördüncü gruba göre nasıl işlediğidir. İki
yüzyıldır özel sektör gelişirken ayna görüntüsü de buna paralel biçimde kamu
sektöründe gelişmiştir. Modern araştırma üniversitelerinde günümüzdeki
akademik araştırmanın ağırlıklı bölümü dördüncü gruptadır. Yeni fikirler kökeni
belirtildiği sürece hiçbir kısıtlama olmaksızın başkalarının da yararlanıp
geliştirebilmesi amacıyla yayınlanır. Bir dipnot konması talebi ile patente
tecavüz edildiği diye dava açmanın arasında uçurum vardır. Tabii ki
akademisyenler de maaş alırlar, fikirleri başarılı olursa kadrolu profesörlüğe
geçerler fakat bu maddi gelirler özel sektörle kıyaslanamaz. 
27
Üniversitelerin ağırlıklı olarak teorik fizik gibi temel bilimlere ağırlık verdiği
düşünülür fakat akademik araştırmacıların açık şebekeleri, ticari buluşların da
platformu olur çoğu zaman.
Örneğin büyük ilaç şirketlerine milyarlar kazandıran doğum kontrol hapları,
Harvard, Princeton ve Stanford’da yapılan araştırmalara dayanarak
geliştirilmiştir. Hewlett Packard, bilgisayar devi HP’nin gelişmesinde Stanford’un
rolünü vurgular durmadan.
Dördüncü grup innovasyona yardımcı olan bir diğer hayati gelişme bilgi
akışındaki artıştır. Kitaplar, posta ve kentleşmenin önemi yatsınamasa da
internet iyi fikirlerin iletim maliyetini sıfıra indirmiştir.
Modern yaşamın yoğun bağlantılı hali başka bir sorun doğurdu: artık bilginin
korunması yayılmasından daha pahalı hale geldi. Bunun sonucu fikri mülkiyet
haklarını korumak isteyen özel sektör suni engeller inşa etmek için daha fazla
zaman ve para harcayacak. Oysa dördüncü grup katılımcılarının böyle bir
maliyeti yok. Eski fikirlerin etrafına kale örmek yerine yenilerini üretmeye
konsantre olabilirler. Bu grup kamu sektörüne dahil olsa da özel firmaların
yararlandığı ortamı yaratırlar. Açık şebekelerin mülkiyet engelleriyle
harmanlandığı bu ortamlara “ Melez ekonomi” dendiği de olur.
Ancak yukarda anlatılanlar piyasaların innovasyon düşmanı olduğu veya rakip
firmalar arasındaki rekabetin yararlı yeni ürünlere yol açmadığı anlamına
gelmez. Ona bakarsanız ikinci grup yaşamımızı olumlu yönde değiştiren
düzinelerce parlak fikirle doludur. Ağır bürokrasiler hala innovasyon kuyularıdır.
Fakat ne mutlu bize ki piyasa ekonomisi ile emirli denetimli ekonomi arasında
tercih yapmak zorunda değiliz. İki yüz yıldır gerçekleştirilen zihinsel başarıların
çoğu iki rejimin ortasındaki gri alanda yer almaktadır. Bu demektir ki
innovasyonun birden fazla formülü var.
Fikri mülkiyet yasasını kaldırmalı mıyız? Tabii ki hayır. İnsanlar iyi fikirlerinden
kar beklemekte haklıdırlar. O açıdan bir miktar suni engel bulundurmak
zorundayız. Burada doğru olmayan her tür kısıtlamanın uzun vadede
inovasyonu pompaladığı iddiasıdır. Hükümetler de kendilerini bürokrasilerin
ağırlığından kurtarıp açık platform olarak düşünürlerse hepimiz için daha iyi
olacaktır. İyi fikirler vardır, bir de başka iyi fikirlerin doğmasını sağlayan iyi
fikirler vardır. 
28
Var olma mücadelesi evrenseldir. Bir çöl ekosisteminde yaşayan birkaç canlı,
bir mercan resifinin sakinleri kadar rekabet içindedir. Mercanın bu kadar
üretken olmasının sebebi organizmalar arasındaki mücadele değil iş birliği
yapmayı öğrenmiş olmasıdır. Resif paylaşma sayesinde bu kadar çok bitişikteki
açılıma sahiptir. Kentler ve web de aynı işleve sahiptir.
Poincaré’nin dediği gibi fikirler kalabalıklarda yeşerir. Bağlantıların korumadan
daha üstün kabul edildiği yerlerde gelişir. Öyleyse, okullar olsun, şirketler,
kamu yönetimleri veya kendi özel yaşamlarımız olsun bunun aklımızdan
çıkarmamalıyız.
Hükümetinizi mercan resifine dönüştüremezsiniz fakat günlük yaşantınız
boyutunda, iş yerinizde, medyadan yararlanma biçiminizde, hafızanızı
güçlendirmede benzer ortamlar kurabilirseniz. Yapılacaklar basittir fakat birlikte
yapıldığında işe yarar. Yürüyüşe çıkın, önsezilerinizin üzerine gidin, her şeyi not
alın rastlantısal buluşlara inanın, üretici hatalar yapın, hobiler edinin, sıvı
şebekelerin içinde bulunun, bağlantıları izleyin, ödünç alın ve yeniden icat edin.